“Amme yetesaelune” (Birbirlerine neyi soruyorlar?) hitabıyla başlayan bu sure, kıyamet gününün “Mühim haberini” insanlığa haber vererek Allah’ın kudretini ve ahiret hakikatini anlatır. Nebe suresi olarak bilinir fakat birinci ayetteki Amme, ayrıca Tesaül ve 14. ayetteki Musırat isimleriyle de anılır. Allah bu surede yaratılışın delillerini idrak edenler için bir bir sıralar ve Rabbimizin nimetlerine şükretmeyi öğütler. İçinde yaşadığımız evren, Allah tarafından nizami bir şekilde yaratılmıştır. Gökyüzünün sağlamlığı, yerin döşek kılınması gibi nimetler, O’nun rahmetinin ve azametinin bir tezahürüdür. Ayrıca Cennet ve Cehennem’in sure içinde birlikte zikredilmesiyle müminler ibadete, kafirler ise tevbeye çağrılır.
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
عَمَّ يَتَسَٓاءَلُونَۚ١عَنِ النَّبَأِ الْعَظ۪يمِۙ٢اَلَّذ۪ي هُمْ ف۪يهِ مُخْتَلِفُونَۜ٣كَلَّا سَيَعْلَمُونَۙ٤ثُمَّ كَلَّا سَيَعْلَمُونَ٥اَلَمْ نَجْعَلِ الْاَرْضَ مِهَاداًۙ٦وَالْجِبَالَ اَوْتَاداًۖ٧وَخَلَقْنَاكُمْ اَزْوَاجاًۙ٨وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتاًۙ٩وَجَعَلْنَا الَّيْلَ لِبَاساًۙ١٠وَجَعَلْنَا النَّهَارَ مَعَاشاًۖ١١وَبَنَيْنَا فَوْقَـكُمْ سَبْعاً شِدَاداًۙ١٢وَجَعَلْنَا سِرَاجاً وَهَّاجاًۖ١٣وَاَنْزَلْنَا مِنَ الْمُعْصِرَاتِ مَٓاءً ثَجَّاجاًۙ١٤لِنُخْرِجَ بِه۪ حَباًّ وَنَبَاتاًۙ١٥وَجَنَّاتٍ اَلْفَافاًۜ١٦اِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ كَانَ م۪يقَاتاًۙ١٧يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَتَأْتُونَ اَفْوَاجاًۙ١٨وَفُتِحَتِ السَّمَٓاءُ فَـكَانَتْ اَبْوَاباًۙ١٩وَسُيِّرَتِ الْجِبَالُ فَـكَانَتْ سَرَاباًۜ٢٠اِنَّ جَهَنَّمَ كَانَتْ مِرْصَاداًۙ٢١لِلطَّاغ۪ينَ مَاٰباًۙ٢٢لَابِث۪ينَ ف۪يهَٓا اَحْقَاباًۚ٢٣لَا يَذُوقُونَ ف۪يهَا بَرْداً وَلَا شَرَاباًۙ٢٤اِلَّا حَم۪يماً وَغَسَّاقاًۙ٢٥جَزَٓاءً وِفَاقاً٢٦اِنَّهُمْ كَانُوا لَا يَرْجُونَ حِسَاباًۙ٢٧وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا كِذَّاباًۜ٢٨وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ كِتَاباً٢٩فَذُوقُوا فَلَنْ نَز۪يدَكُمْ اِلَّا عَذَاباً۟٣٠
اِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ مَفَازاًۙ٣١حَدَٓائِقَ وَاَعْنَاباًۙ٣٢وَكَوَاعِبَ اَتْرَاباًۙ٣٣وَكَأْساً دِهَاقاًۜ٣٤لَا يَسْمَعُونَ ف۪يهَا لَغْواً وَلَا كِذَّاباًۚ٣٥جَزَٓاءً مِنْ رَبِّكَ عَطَٓاءً حِسَاباًۙ٣٦رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۙ الرَّحْمٰنِ لَا يَمْلِكُونَ مِنْهُ خِطَاباًۙ٣٧يَوْمَ يَقُومُ الرُّوحُ وَالْمَلٰٓئِكَةُ صَفاًّۜ لَا يَتَكَلَّمُونَ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَقَالَ صَوَاباً٣٨ذٰلِكَ الْيَوْمُ الْحَقُّۚ فَمَنْ شَٓاءَ اتَّخَذَ اِلٰى رَبِّه۪ مَاٰباً٣٩اِنَّٓا اَنْذَرْنَاكُمْ عَذَاباً قَر۪يباًۚ يَوْمَ يَنْظُرُ الْمَرْءُ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ وَيَقُولُ الْـكَافِرُ يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ تُرَاباً٤٠
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
Peygamber Efendimizin Nebe suresini okumayı tavsiye ettiği ile ilgili bazı rivayetler bulunur:
“Amme yetesaelun suresini okuyan kimseye Cenab-ı Hak kıyamet gününde soğuk içecekler lütfedecektir.”
“Nebe Suresini öğreniniz ve öğretiniz. Bu sureyi okuyan kimseye Allah-u Teala kıyamet gününde Kevser şarabından içirir.”
“Kim ikindi namazından sonra Nebe suresini okursa, Allah-u Teala o kimsenin rızkını artırır ve ona dünya dağları ağırlığınca iyilikler yazılır. Kıyamet günü yüce Allah her bir kılını nurlu kılar. Dünyadan cennetteki makamını görmeden de çıkmaz.”
Bu sure adını “Nebe’” (büyük haber) kelimesinden ismini alır ve bu haber, ahiret gününün kaçınılmaz gerçeğini ifade eder. Sure, Allah’ın yaratma kudretini, nimetlerini ve kıyametin dehşetini anlatarak müminleri tefekküre ve şükre davet eder. Resulullah’ın (s.a.v.) “İkindi namazından sonra Nebe Suresi’ni okuyan kimsenin rızkını Allah artırır, ona dünya dağları ağırlığınca hayır yazılır ve ahirette makamını görmeden dünyadan ayrılmaz.” buyurduğu rivayet edilir. Alimler Amme suresinin idrak edilerek okunduğu zaman rızkı arttırdığını, kıyamet azabından koruduğunu ve hem dünya hem ahiret saadetine vesile olduğunu müjdeler. Özetle müminler için manevi bir sığınaktır.
Amme suresi evrenin muhteşem düzeni; gökyüzü, yeryüzü, dağlar, bitkiler, gece ve gündüz gibi yaratılış harikalarını anlatarak tüm bunların Allah’ın varlığına işaret ettiğini vurgular. Kıyametin kaçınılmaz bir gerçek olduğunu, o günün korkunç olaylarıyla geleceğini ve insanların yaptıklarından dolayı hesaba çekileceğini ifade eder. İnananlar için cennetin güzelliklerini, inkar edenler için ise cehennemin azabını tasvir eder. İnsanları düşünmeye, çevrelerindeki mucizeleri fark etmeye ve Allah’a yönelmeye çağırır.
Nebe’ “önemli haber” demektir. Burada ise “kıyamet haberi” anlamında kullanılmıştır. Kıyamet gününde evrendeki mevcut kozmik düzenin bozulması, Allah’tan başka var olan her şeyin yok olması, öldükten sonra yeniden dirilme, hesaba çekilme vb. önemli olaylar meydana geleceği için onunla ilgili bilgilere “büyük haber” denilmiştir. “Haberden maksat kıyamet olayları değil onu bildiren Kur’an’dır veya Hz. Muhammed’in peygamberliğidir” diyenler de vardır (Ateş, X, 286; krş. Sad 38/67). Tefsirlerde anlatıldığına göre Hz. Peygamber müşriklere Allah’ın birliğinden ve öldükten sonra dirilmenin gerçekleşeceğinden bahsedip de onlara Kur’an ayetlerini okuyunca, “Muhammed ne getirdi? Neler anlatıyor?” diye birbirlerine sormaya başlamışlar, bunun üzerine açıklanan ayetler inmiştir (Şevkanî, V, 419-420).
İnsanlığın yaşamasına uygun bir duruma getirilmiş olan yerküresi, üstünde insanların oturup kalkmasına, yatıp uyumasına elverişli olan döşeğe benzetilirken dağlar da arzı dengede tutmak için çakılmış kazıklara benzetilmiştir. Çünkü dağlar yer yuvarlağının dengesini sağlamaktadır. (bk. Kur’an Yolu, Nahl 16/15). Dağların, içinde madenlerin bulunması, suların birikmesi, üstünde çeşitli bitki ve ormanların oluşması vb. sayılamayacak kadar çok jeolojik, biyolojik ve hayatî faydaları vardır. Allah Teala, dağlarla dengesini sağladığı bu yeryüzünde insanların huzur ve sükûn içerisinde mutlu bir şekilde yaşamaları ve nesillerini devam ettirmeleri için onları erkekli dişili çiftler olarak yaratmıştır; 8. ayet bunu ifade eder (krş. Rûm 30/21; Necm 53/45)
“Dinlenme vesilesi” diye çevirdiğimiz sübat kelimesi sözlük manaları yanında mecaz olarak “ölüm” anlamında da kullanılmaktadır. Uyku bir dereceye kadar hareket ve faaliyeti kestiği için ölüme benzetilerek ona da sübat denmiştir (Zemahşerî, IV, 207; Şevkanî, V, 421). “Üstünüzde yedi kat sağlam gök yaptık” mealindeki 12. ayet bazı farklılıklarla Kur’an’da birkaç defa geçmiş, oralarda gereken açıklama yapılmıştır )mesela bk. Kur’an Yolu, Bakara 2/29; Mülk 67/3). Gökleri, alev alev yanarak dünyayı aydınlatan güneşi, bolca yağmur indirerek yeryüzünde birçok nimetin yetişmesine ve hayatın devam etmesine vesile olan bulutları yaratan yüce kudret, mahiyeti ve sistemiyle yeni bir alem kurmaya elbette kadirdir; işte o ahiret alemidir.
“Ayırım günü”nden maksat hakkın batıldan, haklının haksızdan, müminin inkarcıdan ayırt edileceği ve dünyada yapılanların karşılığının verileceği büyük hesap günüdür. Cenab-ı Allah’ın belirlediği ve yalnız kendisinin bildiği kıyametin zamanı geldiğinde insanlar ve diğer bütün canlılar bir araya gelecek ve yüce Allah onların arasında hükmünü verecek, böylece dünyada işlenmiş bütün haksızlıklar karşılığını bulacak, kusursuz adalet gerçekleşecektir. İşte o güne “ayırım günü” veya “hüküm günü” denmesinin sebebi budur. Bu ayet “Şüphesiz buluşma günümüz aynı zamanda hüküm günü olacaktır” şeklinde de anlaşılabilir. O gün sûra üflenince insanlar kabirlerinden kalkıp bölük bölük mahşer yerinde toplanacaklardır (sûr hakkında bilgi için bk. Kur’an Yolu, En‘am 6/73; Hakka 69/13).
Sûrenin başından buraya kadar Yüce Allah’ın kudretini gösteren deliller sıralanarak yeniden dirilmenin gerçekleşeceği açıkça ortaya konduktan sonra inkarcıların ahiretteki durumları ele alınmıştır. Mülk sûresinin 8. ayetinde canlı bir varlık gibi tasvir edilerek neredeyse öfkesinden çatlayacak duruma geleceği bildirilen cehennem, burada da pusuda düşmanı gözetleyen bir savaşçı gibi tasvir edilmekte ve böylece günahkarlar ahirette kendilerini bekleyen büyük tehlike konusunda uyarılmaktadır.
23. ayetteki ahkab kelimesi “belirsiz uzun süre” anlamına gelen hukubun çoğuludur. Bu kelimenin cehennem azabının süresiyle ilgili olması, İslam alimleri arasında önemli bir görüş ayrılığının ortaya çıkmasında etkili olmuştur. İlk dönemlerden itibaren aralarında Hz. Ömer, Hz. Ali ve Abdullah b. Abbas’ın da bulunduğu bazı sahabiler, Abd. b. Humeyd ve Şa‘bi gibi bazı tabiîn alimleri, sonraki nesillerden İbn Teymiyye ve İbnü’l-Vezîr gibi sünnî alimler ile İbnü’l-Arabî ve Mevlana Celaleddîn-i Rûmî gibi bir kısım mutasavvıflar, diğer bazı ayetler yanında (mesela bk. En‘am 6/128; Hûd 11/106-108), özellikle “Orada yıllar ve yıllar boyu kalırlar” mealindeki konumuz olan 23. ayete, ayrıca Allah’ın rahmetinin her şeyi kuşattığını (A‘raf 7/156), rahmetinin azabına üstün geldiğini, azabını geçtiğini (Buharî, “Tevhîd”, 15, 55; Müslim, “Tevbe”, 14-16) bildiren ayet ve hadislere dayanarak cehennemin ve / veya cehennem azabının, uzun asırlar ifade eden bir sürenin ardından sona ereceğini yahut içindekilerin azaptan etkilenmeyecek hale geleceklerini düşünmüşlerdir. Ehl-i sünnet alimlerinin büyük çoğunluğu ise diğer bazı deliller yanında, Kur’an-ı Kerîm’in ilgili birçok yerinde sık sık ebedîlik anlamı içeren “hulûd” ve “ebed” kavramlarının kullanılmasına ve daha başka delillere dayanarak, inkarcılar ve müşrikler için cehennem azabının sonsuzluğunu savunmuşlardır (bu konuyla ilgili tartışmalar ve ileri sürülen deliller hakkında geniş bilgi için bk. Yusuf Şevki Yavuz, “Azap”, DİA, IV, 305-309; Bekir Topaloğlu, “Cehennem”, VII, 231-232)
Ağırlıklı yoruma göre 29. ayette kayıt altına alındığı bildirilen “her şey” ile insanların sorumluluğu gerektiren inanç ve amelleri, iyilik ve kötülükleri; bunların kaydedildiği “kitap” ile de amel defteri veya levh-i mahfûz kastedilmiştir. Âyet, insanların dünyada yaptıklarından hiçbir şeyin Allah’a gizli kalmayacağını, yaptıkları her şeyden hesaba çekileceklerini gösterir. Hesapları görüldükten sonra yukarıda kendilerinden “azgınlar”, “hesaba çekileceklerini beklemeyenler” ve “Allah’ın ayetlerini yalanlayanlar” diye söz edilenlere, “Tadın artık! Bundan sonra size arttırarak vereceğimiz şey ancak azaptır” diye hitap edilir. Hz. Peygamber’in, Kur’an’da en ağır hitabın bu ayet olduğunu söylediği rivayet edilmiştir (Kurtubî, XIX, 182). Durumu açıklayan başka ayetlere göre onların derileri yandıkça yenilenecek (Nisa 4/56), cehennemin ateşi hafifledikçe de ateş arttırılarak azapları devam edecektir (İsra 17/97)
Yeri geldikçe belirtildiği, özellikle bir kutsî hadiste de ifade buyurulduğu üzere, 31. ayette “müttakiler” şeklinde anılan itaatkar müminler için ahirette hazırlanan nimetler, lütuf ve ikramlar “gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiçbir beşer aklının tam olarak tasavvur edemeyeceği türdendir” (Buharî, “Tevhîd”, 35; Müslim, “Îman”, 312). Çünkü bütünüyle ahiret gayb alanıdır; gaybı da Allah’tan başkası bilemez (bk. Bakara 2/3). Bununla birlikte, Allah Teala, kullarının uhrevî nimetlere dair yaklaşık bir fikir edinmelerini sağlamak ve onlarda bir arzu uyandırmak için, birçok ayette olduğu gibi burada da idrak ve anlama gücüne göre temsilî bir anlatımla bu dünyada en çok ihtiyaç duydukları, arzuladıkları, sevdikleri nesneler ve hazlardan örnekler vermiştir. Bu anlatımda Kur’an’ın ilk muhataplarının beklentilerinin dikkate alındığı da söylenebilir; keza bu anlatımdan, ahirette cennete girmeyi hak eden her bir insana, dünyadaki ameline, zihnî ve ruhî kemaline, mutluluk anlayışına ve beklentisine göre neleri istiyor ve bekliyorsa onların verileceği sonucunu çıkarmak da mümkündür (ayrıca bk. Fussılet 41/30-33).
“Bunlar rabbinin bol bol lutfettiği karşılıktır, bağıştır” diye tercüme ettiğimiz 36. ayete, “Bunlar rabbinden, amellerine göre hesap ve takdir edilmiş bolca mükafatlardır” şeklinde de mana verilmiştir (İbn Âşûr, XXX, 47-48). Burada kapalı bir şekilde ifade edilmiş olan amellerin karşılığının, başka ayetlerde Allah’ın lutfu olarak on katı (En‘am 6/160), 700 katı (Bakara 2/261), hatta hesapsız (Zümer 39/10) bir şekilde kat kat verileceği bildirilmiştir. 26. ayette azgınlara verilecek cezanın dünyada yaptıklarına uygun bir karşılık olduğu bildirilmişti. Burada da müminlerin yaptıklarına karşılık olarak verilecek ödülün Allah’ın bolca lutfu ve bağışı olduğu belirtilmektedir. 36. ayette müminlere ahirette verilecek nimetlerin niceliğini bildiren hisaben kelimesi, “çok, bol bol, yeter deyinceye kadar” şeklinde yorumlandığı gibi, “yeterli, kafi miktarda, amellerin miktarına göre, hak edişe göre” şeklinde de açıklanmıştır. Ancak mealde biz, kısmen birbirinden farklı olan bu iki yorumdan ilkini tercih ettik. Çünkü ödülün, amellere göre kat kat fazlasıyla, hatta hesapsız verileceğini bildiren ayetler de vardır (Bakara 2/261; Zümer 39/10; Gafir 40/40) ve bu ayetlerde ahirette ödüllerin hak edişe göre ölçülü değil, Allah’ın razı olduğu kullarına, ölçüye ve hesaba sığmaz lütufları olarak verileceği belirtilmektedir.
Burada Allah-u Teala’nın, müminlerin de müşriklerin de rabbi olduğuna bir ima vardır. Çünkü yüce Allah yerlerin, göklerin ve evrendeki her şeyin rabbidir. O, rahman isminin bir tecellisi olarak bütün insanlara rahmetiyle muamele edip her türlü nimeti lutfettiği halde, müşrikler cehalet ve nankörlüklerinin sonucu olarak Allah’ı bırakıp başka varlıklara tapıyor, onların kendilerini Allah’a yaklaştıracağını (bk. Zümer 39/3) ve O’nun huzurunda kendileri için şefaatçi olacaklarını iddia ediyorlardı (Yûnus 10/18). Böylece Allah’ın rahman isminin gereği olan rahmetten de kendi iradeleriyle kendilerini mahrum bırakmışlardır. Hesap gününde bu yaptıklarının yanlış olduğunu anlayınca özür dilemeye kalkışsalar dahi kendilerine ne konuşma izni verilecek ne de özür dileme izni (krş. Mürselat 77/36). Çünkü o gün, kulların kendilerine düşeni yapma günü değil, dünyada yaptıklarının karşılığını görme günüdür, hüküm ve hesap günüdür. Bu sebeple o gün sadece Allah’ın hoşnut olduğu ve konuşmasına izin verdiği kimseler konuşacaklar ve bunlar da ancak gerçeği söyleyeceklerdir. Bütün bu açıklamaların asıl maksadı ise insanların fırsat eldeyken akıllı hareket ederek Allah’ın iradesine uygun bir hayat çizgisi benimseyip o çizgide sapmadan ilerlemeleridir.
Müfessirler 38. ayette zikredilen ruh hakkında farklı yorumlarda bulunmuşlardır. “Büyük meleklerden biri, Cebrail, meleklerin ileri gelenleri” diyenler bulunduğu gibi, Allah’ın melek olmayan ordularından bir ordu, Âdemoğulları, Âdemoğulları’nın ruhları veya Kur’an olduğunu söyleyenler de vardır (bk. Razî, XXXI, 24; Şevkanî, V, 428). Ruh ve melekler, Allah’a yakın olmalarına rağmen O izin vermedikçe hiç kimse hakkında şefaat edemeyeceklerdir (krş. Yûnus 10/3). Ayrıca, konuşmalarına izin verilenler ancak doğruyu söyleyeceklerdir; çünkü orada hakikatin dışına çıkmak veya herhangi bir şeyi gizlemek mümkün olmayacaktır. Âhiret gününün gerçek olduğu tekrar vurgulanmış; ancak insanların, Allah’a giden yolu seçip seçmeme hususunda serbest bırakıldıkları hatırlatılmıştır.
40. ayette insanların uyarıldığı bildirilen “yakın azap”tan maksat uhrevî cezadır. “Gelecek olan her şey yakındır” anlayışına göre bu cezaya da “yakın azap” denilmiştir. Ayrıca her bir insan bakımından kıyametin uzaklığının sadece onun ömrü kadar olduğu söylenebilir; çünkü ölümüyle birlikte kendisi için dünya hayatı ve bu hayata bağlı zaman ölçüsü de bitmiştir. Nitekim bazı hadislerde insanın kabre girmesiyle birlikte ruhunun da hayattaki ameline göre bir tür ödüllendirilme veya cezalandırılma sürecine gireceği bildirilmektedir. (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyame, 26; Buharî, Cenaiz, 89) Nihayet dünyadaki zaman kavramının sadece yaşayanlar için bir anlam taşıdığı gerçeği dikkate alınırsa kabre girişle kıyametin kopması arasındaki “berzah” denilen dönemin “zaman” dışı veya farklı bir zaman boyutu olduğunu, dolayısıyla kabre giren için artık ahiretin uzakta olmadığını kabul etmek gerekir. Bu gerçekler ışığında baktığımızda ahiretin uzaklarda olduğu kanaati beşerin bir yanılgısından başka bir şey değildir. Bu sebeple sûrenin bu son ayetinde yüce rabbimiz, 37 ve 38. ayetlerde geçen rahman isminin bir tecellisi olarak, kullarına rahmet sıfatıyla hitap etmekte; “yakın bir azap” konusunda onları vaktinde uyarmaktadır. Uyarının anlamı şudur: Sakın ahiretten kuşku duymayın! O bir gerçektir. Yönünüzü rabbinize dönmeniz, O’na doğru giden bir yol tutmanız için muhtaç olduğunuz fırsat ve özgürlüğünüz vardır. Uyarıldığınız azabı uzakta zannedip çok kısa ve çok değerli olan hayatınızı boş yere tüketmeyin; hayat kısa, şu halde ahiret ve hesap yakındır. O gün, baktığınızda karşınızda göreceğiniz şey, bu dünyadayken oraya gönderdikleriniz, yani kendi imanınız ve amelinizdir. O gün, inançsızların toprak olmayı insan olmaya yeğleyecekleri dehşetli bir gün olacaktır.
Efendi Derneği Aracılığı ile Su Kuyusu ve Kurban Bağışı Yapmak İçin Bizimle İletişime Geçiniz!