Fatiha Kuran-ı Kerimin ilk suresidir. “Fatiha-ı Şerife” ve “Ümmü’l-Kitab” gibi isimlerle anılan bu sure, yedi ayetinde Allah’ın birliğini, merhametini ve ahiret gününün yegane hakimi olduğunu bildirir. Resulullah (s.a.v.) Fatiha’yı Kuran-ı Kerim’in en büyük suresi nitelendirmiş, böylece onun eşsizliğini bizlere göstermiştir. Sahabe-i kiramın naklettiği üzere, bu sure her derde deva, her kalbe şifa sunan bir rahmet pınarıdır. Namazın her rekâtında okunması farz kılınan Fatiha, müminin Rabbine yönelişinin, hamd ve dua ile O’na sığınışının en güzel tezahürüdür.
Bismillahirrahmanirrahim.
بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ ﴿١﴾ الْحَمْدُ لِلَّـهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ ﴿٢﴾ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ ﴿٣﴾ مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ ﴿٤﴾ إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ ﴿٥﴾ اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ ﴿٦﴾ صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ ﴿٧﴾
Fatiha, “açılış” ve “başlangıç” manasına gelen ismiyle, Kuran’ın kapısını aralayan bir anahtar hükmündedir. Bu sure, aynı zamanda “Fatiha-ı Şerife” olarak da anılır ki bu, onun şerefli ve yüksek mertebesini ifade eder. Ümmü’l-Kitab (Kitabın anası), es-Seb’ul-Mesanî (Tekrarlanan Yedi ayet) ve Eş-Şifa gibi isimlerle de anılır. Bu adlar, surenin hem Kuran’ın özünü yansıttığını hem de kalplere şifa sunduğunu gösterir. Her namazın her rekatında okunmasıyla, müminin Rabbine yönelişinin ve teslimiyetinin simgesi haline gelmiştir.
Fatiha Suresi, içeriğiyle Allah’ın birliğini, kudretini ve merhametini ifade eder. “Elhamdülillahi Rabbil alemin” ile başlayan ayetler, övgünün yalnızca alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsus olduğunu bildirir. Rahman ve Rahim sıfatlarıyla O’nun sonsuz merhameti, “Maliki yevmiddin” ile ahiret gününün tek hakimi olduğu vurgulanır. Sure, kulun “Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz” niyazıyla Allah’a sığınmasını ve “Bizi dosdoğru yola ilet” duasıyla kulun hidayet isteğini içerir. Bu yönüyle Fatiha, Kuran’ın temel mesajını özetleyen bir nurdur; tevhidin, kulluğun ve ahiret şuurunun bir tezahürüdür. Alimler, onun Kuran’ın başında yer almasını, ilahi hakikatlerin bu ayetler içinde bir inci gibi saklı olmasına bağlar.
“Ümmü’l-Kitab” (Kitabın anası) ve “Seb’ul Mesani” (Yedi Tekrarlanan) gibi isimlerle de anılan bu sure, vahyin başlangıcında Resulullah’a (s.a.v.) inmiş ve İslam’ın temelini teşkil eden bir hidayet nuru olmuştur. Ebu Said b. el-Mualla (r.a.) diyor ki: Mescitte namaz kılıyordum. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) çağırdı. Yanına vardığımda mescidden çıkmadan sana Kuran'ın en büyük Suresini öğreteceğim, dedi ve elimden tuttu. Mescitten çıktıktan sonra dedim ki ya Resulallah! Kuran’ın en büyük suresini sana öğreteceğim, buyurmuştunuz. Buyurdular ki: Evet, o sure Fatiha suresidir. O sure, Sebul-Mesani (yedi ayet) ve bana verilen Kuran-ı azimdir” buyurdular.
Yine Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Fatiha, her derde şifadır” buyurarak surenin hem bedene hem ruha deva olduğunu müjdelemiştir. Kalbi huzursuz, gönlü daralmış yahut bir hastalığa düçar olmuş müminler, Fatiha’yı ihlas ve tevekkülle okuduklarında, Allah’ın izniyle rahmet ve şifa bulurlar.
Nahl suresi, 98. ayette “Kur’an okuyacağın vakit o kovulmuş şeytandan Allah’a sığın” şeklinde buyurulduğu için Kur’an okumaya başlayanlar, besmeleden önce “euzü…” ifadesini okumak suretiyle bu emri yerine getirmektedirler. Tefsire göre sadece “Bismillahirrahmanirrahim” değil “Euzübillahimineşşeytanirracim” ardından da “Bismillahirrahmanirrahîm” demek gerekir.
Methetme (övme, hamd etme) bir iyilik ve güzellik karşısında yapılır, bu iyilik ve güzelliğin sahibi, kendisinin bunda iradesi ve etkisi olsun olmasın methedilebilir. Hamdetmek de dil ile yapılır; “hamdolsun, elhamdülillah…” denir, ancak bunun sebebi yalnızca nimet ve ihsan değil, irade ve ihtiyara dayalı bütün güzellik ve iyiliklerdir. Fatiha suresi tefsiri bu manada hamd yalnızca Allah’a mahsustur. İnsanların kendi isteklerine bağlı iyilik ve güzelliklerde Allah’ın da iradesi vardır. Onların irade ve isteklerine bağlı olmayan iyilik, güzellik ve hizmetler ise doğrudan yaratıcının, fıtrat ve özellikleri takdir edip yaratarak insanlara bahşeden kudretin eseridir. Dolayısıyla hamdin tamamı Allah’a mahsustur, O’na aittir.
Rahman ve rahim, şefkat ve merhamet anlamlarındadır. Rahman, iyilere de, kötülere de rahmet eden, yarattıklarının hepsine merhamet edendir. Rahim, ahirette yalnız müminlere merhamet eden anlamına gelir. Allah’ın rahmeti bütün mahlukatı kapsar. Rahmetiyle, inanan inanmayan bütün insanlara rızıklarını ve nimetlerini bol bol vermektedir.
Ödül ve ceza günü'nün ahiretteki hesaba çekme ve hüküm verme günü olduğu başka ayetlerde de geçmektedir. Allah bütün zamanlarda ve zaman kavramına bağlı olmaksızın mutlak hakim, melik ve maliktir. Yüce Allah dünya hayatında, imtihan için kullarına da sahiplik ve iktidar vermiş; imanı olduğu halde gaflet içinde bulunan kimseler Allah’ın sahipliği ve iktidarının bilincinde olmaya özen göstermemişler; imanı olmayanlar da tamamen inkar etmişlerdir. ahirette kulun, bu görünürdeki ve geçici iktidarı da ortadan kalkacağı için Allah’ın melik ve malik sıfatı bütün azametiyle ortaya çıkacak, belli olacaktır.
İnsanların yaratılış gayesi ibadettir; ancak onlar buna mecbur tutulmamış, serbest iradesiyle yerine getirmekte veya getirmemektedirler. Dünyadaki bütün nimetler ve imkanlar insanın yaşaması için verilmiş araçlardır. İnsanın sınırlı gücü ve iradesi her zaman maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamaya ve kendisinden beklenenleri yerine getirmesine yeterli olmamaktadır. Bu sebeple insanlar hem diğer insanlardan hem de insan üstü güçlerden yardım istemeye ve almaya kendilerini mecbur hissetmişlerdir. Fakat insanlar bazı zamanlarda şirke ve bedbahtlığa düşmüşler, dolayısıyla birçok batıl din, işe yaramaz sistem ortaya çıkmıştır. Bu ayet, ibadet ederken ve yardım isterken yöneleceğimiz doğru adresi bize göstermekte ve tevhidi (bir Allah’a ibadeti, sığınmayı ve yönelmeyi) getirmektedir.
İnsan dünya ve ahiret yaşamını düzenlerken doğru yolun yanında; yanlış ve saptırıcı yollara da yönelmişlerdir. Bunun nedeni insanın kendini yeterli sanması, bilgi ve güç almak için Allah’a yönelmeyi reddetmesidir. “Bize doğru yolu göster” duası aynı zamanda rabbin, kullarına bir irşad ve uyarısıdır; eğer insan kendine yeterli olsaydı, doğru yolu görmesi ve bulması için bir başkasına ihtiyacı olmazdı. Allah’ın peygamberleri ile kullarına gönderdiği dinlerin genel adı da İslam’dır. Yaratan ile yaratılan, Allah ile kul, akıl ile vahiy, hürriyet ile cebir, haksızlık ile adalet, iyi ile kötü... ancak İslam’da yerli yerine konmuş, doğru ilişkiler ve dengeler kurulmuş, kurulma yolları gösterilmiştir. İslam’da vahiy, vicdan ve akıl birlikte işletilerek doğru yol bulunmaktadır.
Fatiha tefsiri son ayetinde, tarih boyunca ilahî irşadı reddedenlerin tecrübeleri de doğru yolun İslam olduğunu göstermektedir. Bu sebeple doğru yolu arayanlar ve üzerinde bulundukları yolun sağlamasını yapmak isteyenler, dönüp tarihe bakmak, gerçek mutluluğu bulanlarla sapanlar ve Allah’ın gazabına uğrayanların yol ve yöntemlerini incelemek durumundadırlar. Kul (namazda Fatiha’yı okurken) “Hamd alemlerin rabbi Allah’a mahsustur” deyince Allah, “Kulum bana hamdetti” buyurur. Kul “rahman ve rahîm” deyince Allah, “Kulum beni övdü” der. “Ceza gününün tek sahibi” deyince “Kulum benim yüceliğimi dile getirdi” der. “ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz” deyince “Bu, kulumla benim aramda ortak olan kısımdır ve istediği kulumun olacaktır” buyurur. Kul “Bizi dosdoğru yola ilet; nimetine erdirdiklerinin yoluna; gazaba uğramışların yoluna da, doğrudan sapmışların yoluna da değil!” deyince Allah, “İşte bu, yalnızca kuluma aittir ve kuluma istediği verilecektir” buyurur.
Fatiha Suresi, Allah’a hamd ile başlar; O’nun alemlerin Rabbi, Rahman ve Rahim sıfatlarıyla merhamet sahibi, ahiret gününün yegane hakimi olduğu vurgulanır. Ve Allah’tan kulunu gazaba uğramışların ve sapmışların yolundan uzak, nimet verilenlerin yoluna iletmesi istenir.